9 Mart 2012 Cuma

Üç Oda

Üç odanın aynı salona çıktığı dört odalı bir evde kalıyordu hepsi. Dört buçuk yaşında bir çocuk, on altı yaşında bir genç, altmış dört yaşında bir dede…

İki saniye önce nefesini vermişti dede. Çok sevdiği eşi öleli kırk gün olmamıştı daha. Ölüm gününü de sayarsak otuz sekizdi galiba. O öldü öleli de odasından çıkmamıştı daha, günde bir defa gittiği tuvaleti saymazsak tabi. Şeker hastası olduğu için günde beş öğün yediği yemeği bile odasına geliyordu. Eşiyle beraber, Anadolu’nun yedi bölgesinde ayak basmadık il, ilçe, köy bırakmayıp her yörenin yemeğini yerinde yiyen o adam; şimdi yedi yirmi dört önüne gelen yemekle yetiniyordu.

Aynı anda ufak çocuk odasında halının üzerine uzanmış büyük bir itinayla ablası olduğu bebeğin saçlarını tarıyordu. Dört buçuk yaşında olduğundan tabi ki abla olmuştu o artık. Barbie bebeklerinden o sorumluydu. Saçlarını tarıyor, kıyafetlerini her gün özenli bir şekilde seçerek giydiriyordu. Birden ağlamaya başladı. Üç bebeğinden en büyüğü olanın bacağı kopmuş ve kaybolmuştu. Ebeveyn taklidi yapabilecek yaşta değildi, ağlayarak yaygara koparmasının sebebi sahip olduğu şeyi yitirmesiydi.

Masasının başında elli soru hedefiyle çözmeye başladığı testlerin beşinci sorusunda uykuya dalan genç, kardeşinin ağlama sesine uyandı. Gerçek anlamda yapabildiği sadece iki şey vardı zaten. Uyumak ve uyanmak… Bunları da sadece fiziki olarak yapabiliyordu. Belki ilerleyen yıllarda öğrenecekti asıl uyanmayı. Odasından dışarı çıktı ve dedesini yere kapanmış bir vaziyette gördü. Gayet olağan bir olay olarak karşılayıp odasına geri döndü. Ve uyudu tekrardan.

Aradan on beş dakika belki geçmiştir. Evin annesi geldi. Kapıları teker teker açmaya başladı. Dede yere kapanmış ağlıyordu; ufak oğlu mışıl mışıl uyuyordu; büyük oğlu son nefesini vermişti…

1 yorum:

şegül dedi ki...

kafam karıştı alaturka oldu oynamadan duramam! =) güzel güzel, devam et şifo. sadece yazını 1-2 kere daha gözden geçirirsen devrik cümleler kurduğunu görceksin. ümit var ;)